Hanya Dans Günleri: Akdeniz kültürünün kesişim noktası Girit'te 72 saatlik çağdaş dans

15. Dance Days Chania (Hanya Dans Günleri) festivali, ev sahibi şehri Girit ve sakinleriyle bağlarını güçlendirmeye, etkileşim kurmaya, etkinlikler için yeni ve keşfedilmemiş mekanlar bulmaya ve katılımcılara taze ve farklı bir deneyim sunmaya yönelik arayışını sürdürdüğünü bir kez daha ortaya koydu.
Toplumsal ve politik boyutu güçlü performanslara odaklanan festival, kolektif ruhun ve katılımın önemini öne çıkarıyor.
Organizatörlerin dansa ve Hanya'ya olan sevgilerinin yanı sıra, ortaya çıkan sonuca büyük katkı sunan gönüllüler de festivalin en önemli değerlerinden birini oluşturuyor.
Euronews, üç gün boyunca Girit’teki şehirde kalarak performanslar ve paralel etkinliklerden oluşan zengin programı takip etti.
Dance Days Chania’nın sanat yönetmeni Sofia Faliereou, “Bu yılki en büyük hedefimiz, daha yaratıcı olmak ve bugüne kadar ulaşamadığımız şehrin görülmemiş yüzleriyle daha fazla buluşmaktı,” dedi.
Festivalin sanat yönetmeni Sofia Faliereou, “Festivale olan ilgiyi daha da artırmak ve sanatçılar ile şehrin sakinleri ve ziyaretçilerinin buluşabileceği güvenli alanlar yaratmak istiyoruz, çünkü yaz aylarında şehir için farklı bir imaj oluşturmakla ilgileniyoruz. Daha insancıl ve daha sıcak bir atmosfer oluşturmak istiyoruz. Bu yıl en az 120 çağdaş dans sanatçısı festival kapsamında yer aldı. Bence bu, başarıyla sonuçlanan bir iddiaydı,” sözlerini dile getirdi.
İsviçreli Pit Co. topluluğunun “Trilogy: For Old Times’ Sake” adlı eseri, zaman, yaşlanma ve hafıza kaybı arasındaki karmaşık ilişkiyi keşfediyor.
Eser, anıların parçalarını bir araya getirerek onlarla ilişkili duyguları ve üzerimizde bıraktıkları etkileri ortaya çıkarıyor.
Gösteri, birbirine zaman açısından bağlı üç an arasında ilerliyor; her an diğerinin yankısını taşıyor ve çok katmanlı, derinlemesine insani bir anlatı oluşturuyor.
Yol boyunca yaşlı bir adam, onun gençlik hali ve sevgilisiyle karşılaşıyoruz; her biri hafızanın ve kimliğin farklı katmanlarını temsil ediyor.
Koreograf Phoebe Jewitt’in büyükbabasının demans hastalığıyla yaşadığı kişisel deneyimden esinlenen eser, hafızanın kimliği şekillendirmedeki rolünü ve unutma sürecinde yaşananları ele alıyor. Gösteri, ilk kez 2022’de Roma’da sahnelendi.
Jewitt, “Bu çok zor bir konu. 30 yaşında biri olarak demansın ne anlama geldiğini birebir bilmiyorum ancak diğer tarafta olmanın ne demek olduğunu biliyorum,” dedi.
Demansın dünya genelinde milyonlarca kişiyi etkilediğini vurgulayan Jewitt, “Şu anda demans hastası sayısı yaklaşık 50 milyon. Önümüzdeki birkaç yıl içinde bu sayının 150 milyona ulaşması bekleniyor. Tedavisi yok. Bu nedenle, eserimde demans konusunu işlemenin gerekli olduğunu düşündüm. Demansı en yoğun hissettiğimiz anlar, insanlarla kurulan diyaloglar ve etkileşimler,” ifadelerini kullandı.
Büyükbabasıyla yaşadığı bir anıyı paylaşan Jewitt, “Bir gün sohbet ederken bana ‘Fransa’ya tatile gittiğimiz o harika zamanı hatırlıyor musun?’ diye sordu. Ona bunun ben olmadığımı, yanında büyükannemin olduğunu söyledim. O anda, nesillerin ve zamanın tamamen kayboluşuna tanık oldum. Bu projeyle zaman algımızı nasıl yitirdiğimizi keşfetmek istedim,” diye konuştu.
Helene Weinzierl’in dans topluluğu Cie Laroque, festivale birden fazla kez katıldı.
Avusturyalı grup, “Escape” adlı eserle izleyiciyi abartı ve çöküşün hissedildiği özel bir yolculuğa davet ediyor. Her şeye sahip olduğumuz izleniminin verildiği bir dönemde dansçılar, özgürlük, huzur ve iç dinginlik arayışının sürdüğü, boğucu bir dünyayı sahneye taşıyor.
Seyirciler, dansçıların etrafında dairesel bir düzen içinde oturarak bu bitkinlik mücadelesini, çıkış bulunamayan tekrarlar evrenini izliyor. Oyun, 2019’da Salzburg’da, koronavirüs salgınından hemen önce dünya prömiyerini yaptı ve bugünün ruh halini adeta önceden öngördü.
Avusturyalı koreograf ve Cie Laroque’un sanat yönetmeni Helene Weinzierl, “Escape’i uzun zaman önce yaptım. Koronavirüsten önceydi. Kendimi adeta bataklığa saplanmış gibi hissediyordum. Kafeste, sürekli dönen çarkın içinde koşan küçük hayvanlar gibi… Bir şekilde hep koşmaları gerekiyor. Bir noktada düşündüm; ‘Tamam, hayatımı nasıl değiştireceğim? Ya da bu sistemden çıkmak için ne yapabilirim?’” ifadelerini dile getiriyor.
Avusturyalı koreograf şöyle devam etti:
“Bence bir şeyler yapmayı durdurduğumuz, meditasyon, yoga ya da her neyse, böyle alanlar ve zaman dilimleri bulmamız gerekiyor. Ne olduğu önemli değil. Denizi izlemek, denizde yürüyüş yapmak ya da yüzmek… Önemli olan bunun farkına varmak. Ayrıca, çalışmadığımız dönemlerin olmasının da önemli olduğunu düşünüyorum.”
“Şimdi bu vesileyle projeyi yeniden ele aldık. Yeniden taze bir hale geldi. Üzerinde tekrar çalıştık. Şimdi demokratik sistemlere de odaklanıyoruz çünkü hem Avrupa’da hem de genel olarak dünya çapında demokrasinin çok garip bir durumda olduğunu düşünüyorum. Onun için yeniden mücadele etmemiz gerekiyor."
Bir dansçı, bir projeksiyon perdesi, canlı kamera, silikon karın kası maketi ve bir saat boyunca havada asılı duran bir soru: Bir beden, erkekliği nasıl üretir?
Quindell Orton’un “Making of a Man” adlı eseri, erkekliğin farklı yönlerini, modern çağın dayattığı arketipleri, patriyarkal tutum ve toplumsal kodları hem mizahi hem de dokunaklı bir şekilde izleyiciye sunan sıra dışı bir performans-ders formatında sahneleniyor.
Eser, koreografın konunun farklı boyutlarını öne çıkaran kişilerle yaptığı röportajları video projeksiyonlarıyla birleştiriyor. İkonik isimlerden ve güncel figürlerden yapılan alıntılar, siyasetten pop kültüre ve toplumsal cinsiyet meselelerine uzanan çok katmanlı bir yapı oluşturuyor.
Gösteri, geçtiğimiz Mayıs ayında Münih’te prömiyer yaptı.
Oyundaki ilham kaynağının, kuir feminist yaklaşımı olduğunu belirten Avustralyalı koreograf ve performans sanatçısı Quindell Orton:
"Yıllardır bu perspektiften çalışıyorum ve toplumsal cinsiyet ile patriyarkanın dinamiklerini daha iyi anlayabilmek için erkekliği daha derinlemesine kavrama isteği duydum. Genel olarak gösterinin, insanların toplumsal cinsiyeti nasıl pratiğe döktüğümüzü, hepimizin her gün nasıl ‘performans’ sergilediğini ve bu performansın, bu pratiğin nasıl bir sistem yarattığını düşünmeye yönlendirmesini hedeflediğini söyleyebilirim. Bu sistemin kendine özgü bir güç dinamiği ve hiyerarşisi var.”
“Performansımın bu dinamiğe ve hiyerarşiye meydan okumasını istiyorum. Ayrıca, biyolojik iddialara ve toplumsal cinsiyet determinizmine de meydan okumak… Yani ‘bu böyledir çünkü öyle olmak zorundadır, çünkü örneğin XY kromozomuyla doğmuştur’ gibi anlayışlara karşı çıkmak. Umarım bu tür iddiaları giderek daha fazla sorgulamaya başlarız."
Yesterday