Türkiye'nin ilk kuantum bilgisayarı tanıtıldı: Kuantum bilişime dair bilinmesi gerekenler
Aralarında Max Planck, Albert Einstein ve Niels Bohr'un da yer aldığı bir grup fizikçi, 1920'lerde, en küçük parçacıkların birbiriyle nasıl etkileşime girdiğini açıklayan bir teori geliştirirken, bunun yaklaşık bir asır sonra bir çeşit "kıyamet" riskini de beraberinde getirerek tüm dünyayı dönüştürecek bir bilişim teknolojisine evrileceğini muhtemelen düşünmemişti.
Zira o dönemde tanımlamaya başladıkları kuantum mekaniği bugün teknolojimizi altüst edecek bir hesaplama biliminin temelinde yatıyor.
Bu alanda sonraki yıllarda yaşanan gelişmeler, muazzam derecede karmaşık bulmacaları saniyeler içinde çözebilecek kadar güçlü bir bilgisayar elde etmek için küresel çapta kıran kırana bir yarışın başlamasıyla sonuçlandı. Şimdiyse günümüzdeki en gelişmiş bilgisayarların bile çözmesi için binlerce yıla ihtiyaç duyacağı sorunları belki de birkaç saniye içinde çözmenin eşiğindeyiz.
Üstelik bu sadece daha büyük ve daha hızlı bilgisayarlar üretmekle ilgili bir çaba değil, bildiğimiz fizik kurallarının geçerli olmadığı tamamen yeni bir dünyaya adım atmakla da ilgili. Nitekim bu teknolojinin konum ve uydu hizmetlerinin kesin sonuçlar vermesini sağlama, günlük yaşamda trafik sorununu çözecek yöntemler üretme, kullanıcıya özel internet algoritmaları tasarlama, hesaplama sürelerini azaltarak enerji tasarrufu sağlama, daha etkili ilaçlar ve tıbbi tedaviler geliştirme ve kırılamaz şifreler üretme gibi çok geniş bir spektruma yayılan sonuçları var.
Türkiye'nin ilk kuantum bilgisayarı QuanT'nin de Perşembe günü resmen faaliyete başlamasıyla yaklaşan bu yeni çağı hiç olmadığı kadar merak ve heyecanla bekliyoruz.
Peki, kuantum hesaplama tam olarak nasıl işler? Bu çağın neresindeyiz? Riskler ve olası sonuçlar neler olacak?
Kuantum mekaniğinden kuantum bilişime
17. yüzyılda Isaac Newton’ın formüle ettiği klasik fizik ve yerçekimi yasası, dünyayı anlamlandırmaya yetse de (örneğin bugünkü uçakları uçururken Newton fiziğini göz önüne almak zorundayız) galaksiler ve evren ölçeğindeki “büyük fiziği” açıklamada yetersizdi.
20. yüzyılda Einstein’ın Görelilik teorileri, devasa cisimlerin uzaydaki hareketlerini açıklamayı başardı. Ancak burada da bir sorun vardı: Einstein fiziği de atom altı parçacıklar dünyasını açıklamaya yetmiyordu. Çünkü doğa, bir atomun boyutunun altındaki küçük kuantum ölçeklerinde çok farklı davranıyordu. Böylece Niels Bohr ve diğerlerinin önderliğinde ortaya konan kuantum mekaniğine geldik.
Kuantum mekaniği veya kuantum fiziği, kabaca atom altı parçacıkları inceleyen temel bir fizik dalı olarak tanımlanabilir. Bu alanda çalışan bilim insanları, atomların ve bunları meydana getiren elektron, proton, nötron, kuark gibi parçacıkların özelliklerini açıklamaya çalışıyor.
Kuantum bilişim ise aslında klasik fiziğin özelliklerini kullanan cihazlardan kuantum mekaniğinin tuhaf ve büyüleyici özelliklerine dayanan cihazlara doğru ilerleyen yeni bir endüstriyel devrim.
Kuantum mekaniğinde, bu devrimi mümkün kılan bazı ana prensipler var. Bunların arasında "süperpozisyon" ve "dolanıklık" gibi özellikler yer alıyor. Bunları kabaca tanımlamak gerekirse:
Süperpozisyon: Elektron veya foton gibi kuantum nesnelerin, aynı anda birden fazla olası durumda olabilmesine deniyor. Örneğin, bir elektronun birden fazla enerji seviyesinde ya da bir parçacığın aynı anda farklı konumlarda olabilmesi, süperpozisyonun bir sonucu. Ancak bu durum, söz konusu maddeler gözlemlendiğinde çöküyor ve biz (gözlemci) nesnenin sadece tek bir durumunu görebiliyoruz
Avusturyalı fizikçi Edwin Schrödinger, bunun daha kolay anlaşılabilmesi için genellikle "Schrödinger’in kedisi" olarak bilinen bir düşünce deneyi kurgulamıştı. Bu deneye göre bir kedi, küçük bir şişe zehir ve radyoaktif bir kaynakla kapalı bir kutuya bırakıldığında, radyoaktif kaynağın bir saat içinde ışıma ihtimali ışımama ihtimaline eşittir. Eğer içerideki sensör radyoaktiflik algılarsa küçük şişeyi kıran mekanizma çalışır ve zehir kediyi öldürür. Bir saatin sonunda kedinin canlılık ve ölülük hâlleri eşdeğerdir. Yalnızca kutu açılıp gözlemlendiğinde bu durumlardan biri gerçek olur. Yani kedi, kutu açılana kadar hem ölü hem diridir ve kutuyu açtığımız anda bu birden fazla olasılıktan sadece biri gerçekliğe dönüşür.
Bu prensip, aynı zamanda kuantum bilgisayarların işlem gücünün temelinde yatan şeydir.
Dolanıklık: İki veya daha fazla parçacığın kuantum durumlarının birbirine bağlı hale gelmesi ve birinin durumu ölçüldüğünde diğerinin durumunun mesafeden bağımsız olarak anında belirlenmesine deniyor. Bu durumun daha rahat anlaşılması için de sık verilen bir örneğe başvuralım: Bir kutunun içinde biri kırmızı, diğeri mavi olmak üzere iki eldiven olsun ve bunlar farklı yerlere gönderilsin. Eğer bir kutuyu açıp kırmızı eldiveni bulursanız, diğer kutudaki eldivenin mavi olduğunu hemen bilirsiniz. Kuantum dolanıklığında ise fark şu: eldivenler aslında kutular açılana kadar bir renk seçmemiştir. Onlar kırmızı ve mavi olma olasılıklarının ikisini de taşıyan süperpozisyon halindedir. Siz bir kutuyu açıp rengi gördüğünüz anda, diğer kutudaki eldivenin rengi de (eldiven bir ışık yılı uzakta olsa bile) anında belirlenir.
Dolanıklık prensibi de kuantum hesaplamayla son derece karmaşık problemlerin hızla çözülebilmesinin altında yatan anahtar işlevlerden biri.
Bitler ve kübitler: Kuantum hesaplama nasıl çalışır?
Bu noktada akla şu soru geliyor: tüm bu karmaşık özellikler bilgisayarlarda nasıl kullanılıyor?
Günümüzdeki bilgisayarlar dijital bilgiyi temsil eden en küçük birim olan "bit"ler üzerinden işliyor. Bir bit, yalnızca iki farklı değerden birine sahip olabiliyor: 0 veya 1. Tüm veri, bu 0 ve 1'lerin kombinasyonlarıyla ifade ediliyor. Örneğin, metin, resim ve ses gibi dosyalardaki bilgiler, bitlerin belirli şekillerde düzenlenmesiyle saklanıp işleniyor.
Bu bit'leri, gündelik ihtiyaçlar için elektriği açıp kapatmaya yarayan anahtarlar gibi düşünmek de mümkün. "0" kapatma, "1" ise açma işlevini yerine getiriyor olsun. Bilgisayarlardaki tüm veriler de belirli örüntüler halinde "açılıp kapanarak" çalışıyor.
Kuantum bilgisayarlar ise "kuantum bit"lerini, yani "kübit"leri kullanıyor. Kuantum mekaniğinin süperpozisyon özelliği sayesinde kübitler hem 0 hem de 1 değerini aynı anda taşıyabiliyor. Yani kübitler, elektriğin hem açık hem de kapalı olmasına benziyor. Süperpozisyon prensibi, kübitlerin aynı anda birçok hesaplamayı yapabilmesini sağlıyor.
Üstelik bu kübitler dolanık hale geldiğinde, birinin durumu anında diğerinin durumunu da etkiliyor. Bu da yine kuantum bilgisayarlarının klasik hesaplamanın aksine, karmaşık bilgileri inanılmaz hızlarda işleyebileceği anlamına geliyor.
Bu iki özellik bir araya gelince kuantum bilgisayarlara günümüzün cihazları için imkansız olanı başarma potansiyeli sunuyor. Klasik bilgisayarlar görevleri adım adım yerine getirip, sorunlara doğrusal yaklaşırken, kuantum bilgisayarlar aynı anda birçok çözümü değerlendiriyor. Bu durum, genellikle bir kütüphanedeki her kitabı aynı anda okumaya benzetiliyor.
Kuantum hesaplama patlaması nasıl başladı ve neredeyiz?
Kuantum dinamikleri bir asırdır bilim dünyasının gündeminde olsa da kuantum bilişime giden yol 1981'de bilgisayar bilimci Richard Feynman'ın bu prensipleri bilgisayarlara uygulamayı önermesiyle geldi.
1994'te ise Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden (MIT) bilim insanı Peter Shor, dakikalar içinde karmaşık bir işlemi yapabilen bir kuantum algoritması tasarladı.
İstanbul Teknik Üniversitesi'nde kuantum araştırmaları yapan Doç. Dr. Deniz Türkpençe'ye göre, literatüre Shor algoritması diye geçen bu algoritma, kuantum tekniklerinin bugün devlet sırlarını güvence altına almak için kullanılan klasik şifreleme yöntemlerini geleneksel bir bilgisayardan çok daha hızlı kırabileceğini de gösterdi.
Euronews Türkçe'ye konuşan Türkpençe, "Bu, teorik bir çalışmaydı ama kripto ve şifreleme sistemlerini kırabileceği ile ilgili sonuçlar ortaya çıkarıyordu. 1994 yılından sonra çok büyük bir ilgi başladı," diyor.
İşte bu önemli çıkarımın ardından dünya çapında kuantum yarışı başladı ve hükümetler kısa sürede milyarlarca doları kuantum hesaplama araştırmalarına yatırdı. 2011'de ABD'li havacılık ve savunma firması Lockheed Martin, Kanadalı teknoloji şirketi D-Wave'den ticari olarak temin edilebilen ilk kuantum bilgisayarını satın aldı. O zamandan bu yana kuantum yarışı, hükümetlerin bu teknolojiyi aynı zamanda bir savunma yatırımı olarak gördüğü "kuantum savaşına" dönüştü.
ABD, Çin, Rusya, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere birçok ülke bu alana yatırım yaparken, özellikle bazı teknoloji devleri bu alanın da öncüsü konumunda. Bunların başında IBM ve Google geliyor.
'IBM, 1000 kübite çıktığını iddia etti'
Kuantum bilişimin öncülerinden biri olan teknoloji devi, 2016'dan beri bulut tabanlı kuantum hizmetine erişim sağlıyor. Şirket, Ocak 2019'da 3X3 metrelik bir cam kafese monte edilmiş kuantum bilgisayarı IBM Quantum System One'ı tanıttı. 2023 itibarıyla, IBM Quantum System One üzerinde genellikle 27 kübitlik işlemciler çalışıyor. Daha yeni versiyonlarında 65 kübit ve üstü işlemciler de entegre edildi.
Türkpence, "IBM yakın zamanda kuantum bilgisayarlarında 1.000 kübite kadar çıktığını söylemişti. Daha sonra bu duyuruyu geri çekerek, hatasız kübitlere ağırlık vereceğini bildirdi. Bazı çiplerinin 133 kübit civarında olduğunu da dile getirdiler," diyor.
IBM ayrıca, donanım sistemlerine belirli kurumlar için çevrimiçi erişim de sağlıyor. Araştırmacılar bu erişimi kullanarak yüzlerce araştırma makalesi üretmiş durumda.
Google kuantum üstünlüğüne ulaştı
Kuantum teknolojilerine ciddi miktarda kaynak ayıran Google, 2019'da "kuantum üstünlüğüne" ulaştıklarını duyurmasıyla kuantum bilişimin tarihinde önemli bir dönüm noktasına ulaştı.
Kuantum üstünlüğü, bir kuantum bilgisayarının en güçlü klasik süper bilgisayarlardan daha iyi performans gösterdiği noktayı ifade ediyor. Bu başarı, kuantum bilgisayarlarının karmaşık sorunları klasik bilgisayarlardan on kat daha hızlı çözme yeteneğine sahip olduğunu gösteriyor.
O dönemki yorumlara göre bu noktaya ulaşmak, bilim insanlarının onlarca yıldır dile getirdiği bir iddiayı kanıtlayacağı için önemliydi: verileri işlemenin tamamen yeni ve çok gelişkin bir yöntemine imkan sağlayacak, yepyeni bir bilgisayar türü üretilebilir. Bu da zamanı geldiğinde dünyayı değiştirebilir.
Google ve IBM'nin yanı sıra Microsoft, Intel, D-wave ve Çinli Alibaba gibi diğer teknoloji devleri de belirli görevleri yerine getirmek için kuantum bilgisayarlar geliştirdi.
Öte yandan, kuantum hesaplama yarışında hangi ülkenin veya şirketin ne durumda olduğunu tam olarak anlamak için şeffaflığa da ihtiyaç var. Türkpençe, "Açık kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler doğrultusunda böyle durumları öğreniyoruz ama bilgi vermeyen gruplar da var. Özellikle Çin çok fazla bilgi vermiyor. Dolayısıyla bir bilinmeyen var ve herkes bilinmeyenden korkar," diyor.
Türkiye'nin ilk kuantum bilgisayarıyla ilgili neler biliyoruz?
Ankara merkezli TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi'nde (ETÜ) 21 Kasım Perşembe günü tanıtılan Türkiye'nin ilk kuantum bilgisayarıyla Türkiye kuantum bilgisayar teknolojisine sahip az sayıda ülke arasına girmiş oldu.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ve Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanı Prof. Dr. Haluk Görgün gibi isimlerin yer aldığı tanıtımda bilgisayarın TOBB ETÜ tarafından geliştirildiği açıklandı.
Bu etkinlikle ilk kez sergilenen ve QuanT adı verilen bilgisayarın, teknoloji girişimlerini destekleyeceği ve teknolojik ilerlemeyi teşvik edeceği belirtildi.
Duyuruya göre, söz konusu bilgisayar ülkenin veri güvenliği, yapay zeka ve savunma gibi alanlardaki teknolojik yeteneklerini ilerletme çabaları açısından doğru yönde atılmış bir adımı temsil ediyor.
'Net bilgi sahibi olamadık'
Öte yandan, söz konusu etkinlikte söz konusu kurulumun "5 kübitlik bir kuantum bilgisayar olduğu" dışında teknik bir bilgiye yer verilmedi.
Teknik ayrıntıların kısıtlı tutulması, Türkiye'nin ilk kuantum bilgisayarını merakla bekleyen bilim camiası ve kamuoyunun birçok sorusunu da cevapsız bırakmış oldu. Bunlar arasında, bilgisayarın nasıl bir geliştirme sürecinden geçtiği ve ne tür bir teknolojiyle geliştirildiği gibi temel sorular da yer alıyor.
Türkpençe, "Kuantum bilgisayar yapmak için aday platformlar var. Bunlar arasından öne çıkanı, süperiletken platform. Türkiye'nin sunduğu şey de aslında o. '5 kübit' dediğimiz bilgisayar alsında 5 tane transmon kübitten oluşuyor. Öyle olduğunu düşünüyoruz. Çünkü dünyada da bunlar, transmon dediğimiz süper iletken kübitlerin bir araya getirilmesiyle oluşan çipler oluyor," ifadelerini kullanıyor.
Transmon kübit, süperiletken bir kuantum kübit türü. Gürültüye karşı dayanıklı olacak şekilde tasarlanan ve kuantum bilgiyi daha kararlı bir şekilde saklayabildiği düşünülen transmon kübitler, kuantum bilgisayarların temel bileşenlerinden biri.
Öte yandan, TOBB ETÜ'nün bu mekanizmayı nasıl kurduğu, bilim insanlarının bunu yıllarca süren çalışmanın ardından kendisinin mi geliştirdiği, yahut montaj sürecinin mi Türkiye'de yapıldığı gibi sorulara yanıt verilmiş değil.
"5 kübit dediğimiz şey son derece sınırlı. Az sayıda kübitten oluşuyor. Şu anda bunlar, dünyada eğitim amaçlı da ticari firmalar tarafından satılıyor," diyen Türkpençe, şu soruları yöneltiyor: "Bu acaba bir montaj olayı mı? Yoksa gerçekten belli bir çalışmanın ürünü mü? Fransa'da bu teknolojiyi geliştirenlerin bu kübit sayısına çıkması 12 yıl sürdü. Burada acaba böyle bir çalışma var mı?"
'Gerisi gelecekse çok önemli bir başlangıç'
Öte yandan Türkpençe, QuanT'nin ardında böyle bir çalışma olmasa bile Türkiye'nin kuantum bilişim dünyasına adım atmasının değerli olduğunu belirtiyor.
Bilim insanı, "Bu kritik bir teknoloji olduğu için son derece önemli bir başlangıç. Ancak tabii eğer gerisi gelecekse," ifadelerini kullanıyor.
"Kuantum alanında deneysel çalışmalara, üniversite ve akademik eğitime destek verilirse çok güzel olur. Bu kadarla kalırsa bu yarıştan geri kalırız. Bu konuda farkındalığın artırılması gerekiyor."
Yakın gelecekte masamızın üzerinde nasıl bir cihaz göreceğiz?
Bu noktada birçok kişinin aklına şu soru geliyor? Masamızın üzerinde ne zaman ve nasıl bir kuantum bilgisayar olacak?
Bir kuantum bilgisayar inşa etmek ve işlerliğini sürdürmek muazzam derecede zor. Zira kübitler çevrelerine karşı aşırı son derece hassas. Sıcaklıkta veya titreşimlerdeki ufak bir değişiklik, süperpozisyon veya dolanıklık gibi kuantum durumlarını kaybetmelerine neden oluyor. Bu soruna "dekoherans" adı veriliyor. Gereken sabit sıcaklığı ve izole ortamı oluşturmak epey maliyetli olabilirken, bu alanda ciddi bir eğitim görmüş bilgisayar bilimcilere ve işgücüne yönelik ihtiyaç da devam ediyor.
Türkpençe, "Teoride mümkün olanı pratikte gerçekleştirebilecek cihazların geliştirilmesinin önünde ciddi teknik zorluklar var. Yani kuantum bilgisayarı dediğimiz, çipi yapmaktan ibaret değil değil. Üzerine bir sürü kontrol mekanizması koymalısınız. Kuantum özelliklerin kaybolmaması için çiplerin neredeyse 273 santigrat dereceye kadar soğutulması gerekiyor," ifadelerini kullanıyor.
"Ve kübit sayısını milyonlara çıkarmak gerekiyor. Hatasız kübitlerden bahsediyorum. Maalesef gürültü denilen bir şey var. 'Quantum noise' dediğimiz bu gürültü etkisi, kuantumluluğu öldüren bir şey. Bunun da engellenmesi gerek."
Kurantum gürültüsü diye bilinen olgu, kuantum sistemlerdeki belirsizlik ve rastgelelikten kaynaklanan istenmeyen dalgalanmalara deniyor. Bu bozulmalar, ölçüm hassasiyetini etkileyebiliyor ve kuantum bilgisayarlarda hata oranlarını artırıyor. Özellikle süperpozisyon ve dolanıklık gibi kuantum durumlarını bozarak hesaplamaların doğruluğunu sınırlıyor.
'Önce bulut göreceğiz'
Tüm bu sorunlar ve hatta daha fazlası, bugün masamızın üzerinde tam anlamıyla bir kuantum bilgisayar göremememizin ana nedenleri.
Türkpençe'ye göre bunlarla baş etmek için çok büyük yatırım ve arge gerekiyor. Bunlar, bir sürü bilim insanının multidisiplinler bir şekilde çalışarak çözmeye çabaladıkları sorunlar.
Bugün yaygın kullandığımız bilgisayar teknolojisinin gelişimi ve gittikçe küçülerek kullanılabilir hale gelmesi için onlarca yıllık çalışmalar yapıldığını hatırlatan Türkpençe, "Şu anda da kuantum bilgisayarların mevcut durumu, ilk bilgisayarların tüplü hali gibi. O yüzden yakın bir gelecekte bizim masamızın üzerinde veya cebimizde bir kuantum bilgisayarı olmayacak," diyor.
"Kuantum bilgisayarlarını yapabildiği çok önemli işler var. Daha çok endüstri kuruluşları bunlarla ilgilenecek. Yakın gelecekte kuantum bilgisayar, şimdi normal bilgisayarları kullanarak bulut bilişim hizmetleri üzerinden erişebileceğimiz bir teknoloji olacak. Yakın gelecekte veya orta vadede evimizde tam bir kuantum bilgisayar görmeyi beklememeliyiz."
Bugün gerçekten de büyük firmaların kuantum bilgisayarlarına araştırma, geliştirme veya eğitim amacıyla genellikle bulut hizmetleri üzerinden erişim sağlanıyor. Örneğin IBM'nin kuantum hizmeti, eğitim amaçlı ücretsiz kullanım veya daha yüksek kapasiteli bir hizmete premium erişim olmak üzere çeşitli şekillerde kullanım olanağı sunuyor.
Öte yandan Türkpençe, "Bu bir yarış. Birden bire bir kırılma anı meydana gelebilir ve transistörlerin keşfedilmesi gibi kuantum bilgisayarlardaki gürültü probleminin çözülmesi ile ilgili bir şey olabilir. Birden bire çok güçlü bilgisayarlara hızla geçiş yapılabilir. Bu yüzden bu yarıştan kopmamak gerekiyor," diye de ekliyor.
En büyük tartışma başlığı: 'Kuantum kıyameti'
Kuantum bilişim teknolojisinin önemli bir sonucu da bugün kullandığımız en güçlü şifreleme sistemlerinin bile etkisiz hale gelmesi riski.
Mevcut şifreleme yöntemleri, bugünkü bilgisayar teknolojisinin çözmesi zor olan ve verileri güvende tutmak için gereken karmaşıklığı sağlayabilen matematiksel problemleri baz alıyor.
Ancak hesaplamaları aynı anda hızla yapabilen kuantum bilgisayarlar, bu problemlerin üstesinden saniyeler içinde gelebildiği zaman en büyük devlet sırlarından bireylerin kripto veya banka cüzdanlarına ya da sosyal medya hesaplarına kadar her şey bir anda savunmasız kalabilir. Bilişim dünyası bu riski "kuantum kıyameti" diye adlandırıyor.
Türkpençe de Euronews Türkçe'ye yaptığı açıklamada, bu riskin varlığını doğruluyor ve şöyle ekliyor: "1994 yılında 'Shor algoritması'nın tanıtıldığı makale ortaya çıktığında bu zaten teorik olarak ispatlandı."
Bilim insanına göre bu risk halihazırda "kuantum sonrası şifreleme" alanını doğurdu.
"Şimdiden kuantum sonrası şifreleme protokolleri geliştirmeye başladı bile. Pek çok ülke bu alanda çalışıyor. ABD bunlardan biri. Hatta ABD'de bununla ilgili bir standart geliştirilmeye başlandı."
Dahası, teknoloji devleri halihazırda gelecekteki kullanıcı elektroniği ürünlerini kuantum kıyametine "hazırlıklı" üretmeye başladı. Örneğin Google, arama motoru Chrome hizmetine gelecekteki kuantum bilgisayarlarıyla kırılma girişimlerine karşı dirençli olacağını umduğu yeni bir şifreleme eklemişti.
Apple da bu yılın başında "iMessage hizmetinin tarihindeki en önemli kriptografik güvenlik yükseltmesi" olduğunu belirttiği bir güncelleme yayınlamıştı.
Kuantumu anlamak
Einstein, Bohr ve diğerleri henüz telefonların bile tam olarak yaygınlaşmadığı bir dönemin en yenilikçi fizikçileriydi.
Kuantum mekaniğinin bugün herkesin cebine girmiş olan telefonları ne kadar yakından ilgilendireceği üzerine kafa yormamış olsalar da atom altı parçacık dünyasının tüm anlayışımızı kökten değiştireceğini farkına varmış ve hatta bu konu üzerinde kavgalar bile etmişlerdi.
Kuantum dünyasının tüm bu muazzam özellikleri, kuantum mekaniğinin öncülerinden Bohr'un bir zamanlar söylediği şeyi hatırlatıyor: "Kuantum mekaniği sizi şok etmiyorsa, o zaman onu gerçekten anlamamışsınız demektir."
Yesterday