FIDH raporu: Batı'da protesto hakkı yasalarla bastırılıyor, Filistin yanlıları susturuluyor

Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH), 14 Ekim 2025’te yayınladığı “Criminalisation and Narrative Control: Solidarity with Palestine in the Crosshairs” (Kriminalizasyon ve Anlatı Kontrolü: Filistin'le Dayanışma Hedefte) başlıklı raporunda, İngiltere, ABD, Fransa ve Almanya’da hükümetlerin Filistin hakları savunucularını susturmak için karşı-terörizm yasalarını ve antisemitizmle mücadele önlemlerini “silahlaştırdığı” tespiti yer aldı.
Raporda, bu ülkelerde barışçıl protestoların yasaklanması, aktivistlerin gözaltına alınması ve sosyal medya paylaşımlarının sansürlenmesi gibi uygulamalar detaylı bir şekilde belgeleniyor. Özellikle, karşı-terörizm yasalarının muğlak tanımlarının Filistin dayanışması eylemlerini kriminalize etmek için kötüye kullanıldığı ifade ediliyor. Örneğin, Fransa’da Filistin bayrağı taşımanın bazı durumlarda “terörü teşvik” olarak nitelendirildiği vurgulanıyor.
Ayrıca, antisemitizmle mücadelede kullanılan ve Uluslararası Holokost Anma İttifakı (IHRA) tarafından belirlenmiş olan "holokost" tanımının, Filistin hakları savunucularını hedef almak için suistimal edildiği ifade ediliyor. FIDH, bu politikaların ifade özgürlüğünü ve toplanma hakkını ciddi şekilde tehdit ettiğini savunuyor.
Rapor, Gazze ve işgal altındaki Batı Şeria’daki Filistinlilere destek veren birey ve gruplara yönelik artan baskının, demokratik değerlerle çeliştiğini öne sürüyor. FIDH ayrıca raporda, hükümetlere bu yasaların kötüye kullanımını durdurma ve ifade özgürlüğünü koruma çağrısı yapıyor.
Filistin-İsrail çatışması, 20. yüzyılın başlarından itibaren Orta Doğu’nun en karmaşık ve tartışmalı meselelerinden biri oldu. 1948’de İsrail’in kuruluşu ve ardından gelen savaşlar, Filistin topraklarının işgali ve mülteci krizleri, küresel ölçekte insan hakları tartışmalarını tetikledi. Özellikle Gazze Şeridi ve Batı Şeria’daki işgal, yıllardır uluslararası toplumun gündeminde.
Son yıllarda, özellikle 2020’lerden itibaren, Filistin haklarına destek veren protestolar ve dayanışma hareketleri Batı ülkelerinde artarken, bu hareketler hükümetlerin sert tepkileriyle karşılaştı. Anti-terörizm yasalarının genişletilmesi ve antisemitizm tanımlarının tartışmalı bir şekilde uygulanması, ifade özgürlüğü ve protesto hakkı üzerinde baskı oluşturdu.
Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH), bu eğilimi mercek altına alarak, Batı’da Filistin dayanışmasının sistematik olarak hedef alındığını belgeledi. Rapor, özellikle 11 Eylül sonrası dönemde güçlenen güvenlik odaklı politikaların, insan hakları savunucularına karşı nasıl bir araç haline geldiğini ortaya koyuyor.
Gazze'de iki yılı aşkın süredir devam eden savaş ve İsrail ablukası, Filistinlilerin zaten zorlu olan yaşam koşullarını daha da ağırlaştırırken, dünya genelinde büyük tepkilere yol açtı.
İsrail saldırılarında çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 70 bine yakın kişi hayatını kaybetti. Binlerce kişi yerinden edildi. Gazze Şeridi'nde evler harabeye dönerken, altyapı da ciddi hasar gördü. Hastanelerde hizmet imkansız hale gelirken, gıda ve ilaç kıtlığı başta bebek ve çocuklar olmak üzere çok sayıda kişinin ölümüne neden oldu.
Bu durum, Avrupa'da geniş çaplı halk hareketlerine yol açtı. Binlerce kişi sokaklara dökülerek İsrail'in saldırılarına karşı barış çağrısı yaptı, ateşkes ve silah ambargosu talep etti. Bugün bu protestolar, üniversite kampüslerinden şehir meydanlarına kadar yayılmış durumda.
Avrupa'da halkın ayaklanması, özellikle gençler ve aktivistler öncülüğünde ivme kazandı. Örneğin, Brüksel'de on binlerce kişi "Gazze için Kırmızı Hat" eylemiyle bir araya gelerek hükümetlerinden Uluslararası Adalet Divanı'nda soykırım iddiasıyla yargılanan İsrail'e daha fazla baskı yapmasını istedi.
Benzer şekilde, Londra, Berlin, Roma ve Marsilya'da düzenlenen yürüyüşlerde protestocular, Gazze'ye insani yardımın güvenli teslimatını ve ateşkes çağrısında bulundu.
Lahey'de de 100 binden fazla kişi kırmızı giyerek İsrail'in Gazze operasyonuna karşı hükümetlerini eleştirdi. İspanya'da ise göstericiler, tam silah ambargosu için sokaklara çıktı. Üniversite protestoları da dikkat çekici; Avrupa genelinde polis, Filistin yanlısı eylemleri dağıtmak için müdahale etti. Bu hareketler, ABD'deki benzer protestoların Avrupa'ya sıçramasıyla yoğunlaştı.
Hükümetlerin tepkileri ise çeşitlilik gösterdi. Bazı ülkelerde sert önlemler alınırken, bazılarında kısmi destek görüldü.
ABD'de Donald Trump yönetimi, üniversite öğrencilerine karşı fon kesintileri, sınır dışılar ve baskıcı politikalarla tepkiyi bastırmaya çalıştı. Bu da ülkede ifade özgürlüğü tartışmalarını alevlendirdi.
University of Columbia gibi önde gelen yüksek öğretim kurumları, antisemitizm iddialarıyla federal fonlarını (ör. Columbia için 400 milyon dolar) kaybetti. Diversity, Equality, Inclusion (Çeşitlilik, Eşitlik, Kapsayıcılık - DEI) programları yasaklandı, üniversiteler protesto kurallarını sıkılaştırdı. Yaklaşık 300 yabancı öğrenciler, özellikle protestolara katılanlar, vize iptaliyle sınır dışı edildi. ICE baskınları ülke genelinde gerilimi artırdı.
İngiltere'de hükümet, Palestine Action gibi Filistin yanlısı grupları askeri uçaklara sabotaj nedeniyle terör yasaları kapsamında yasakladı. Almanya ise protestoları "antisemitik" oldukları gerekçesiyle yasakladı, protestolara izin verilmedi ve aktivistler susturuldu.
Öte yandan, Fransa'da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, protestolar sırasında İsrail'e silah sevkiyatının durdurulmasını savundu, bu da ABD politikası ile çelişki yarattı.
İspanya ise Filistin dayanışmasında Avrupa'nın en aktif ülkelerinden biri olarak öne çıktı. Halk, Gazze'de yaşananlara kitlesel protestolarla tepki göstermeye devam ediyor: üniversitelerde kamp kuran öğrenciler, sokak yürüyüşleri ve grevlerle İsrail'e tam silah ambargosu, diplomatik ilişkilerin kesilmesi talep ediyor.
Ekim 2025'te ulusal grev çağrısıyla 40 binden fazla kişi sokaklara döküldü, hatta İsrail basketbol maçını ve Vuelta bisiklet yarışının finalini protestolarla engelledi.
İspanya'da hükümetin tavrı, halkın taleplerini kısmen karşılayan ama eleştirilen bir çizgide. Başbakan Pedro Sanchez, Filistin devletini tanıyan ilk AB ülkelerinden biri olarak ateşkes çağrıları yapıyor, İsrail'e silah ambargosu getirdi ve spor etkinliklerinden dışlanmasını savundu. Vuelta protestolarını "haklı mobilizasyon" şeklin nitelendirerek övdü, hatta 700 milyon euroluk İsrail savunma anlaşmasını iptal etti. Polis müdahalesi ise sınırlı kaldı: kampüslerde tutuklama az ama sokak çatışmalarında gaz ve gözaltılar yaşandı.
Bu dinamik, İspanya'yı Filistin yanlısı bir "örnek" konumuna getirirken, ülkenin İsrail'le yaşadığı diplomatik gerilimi de artırdı.
Genel olarak, Avrupa'da halkın dayanışma çağrıları uluslararası baskıyı pekiştiriyor ancak hükümetlerin baskıcı tutumları tartışmaları körüklüyor.
Öte yandan bu protestolar, Avrupa'da Filistin'in devlet olarak tanınması talebini daha görünür kıldı. İspanya, İrlanda, Norveç ve Slovenya gibi ülkeler 2024'te Filistin'i resmen tanıdı ve bu adım, İsrail ile diplomatik gerilimlere yol açtı.
2025 yılı ise Filistin'in devlet olarak tanınması açısından dönüm noktası olurken, tanınma hareketi özellikle eylül ayında BM Genel Kurulu sırasında Batılı ülkeler öncülüğünde büyük bir ivme kazandı. İngiltere gibi geleneksel İsrail müttefikleri bile adım attı ancak bu konuda küresel uzlaşı hala sağlanamadı. Örneğin ABD, Filistin'i devlet olarak tanımıyor ve bunu "Hamas'ı ödüllendirme" olarak nitelendiriyor.
Şu an itibarıyla BM'ye üye 193 ülkenin yaklaşık yüzde 80'ini oluşturan 157 ülke artık Filistin'i tanıyor.
Antisemitik olaylarda artış
Filistin dayanışma protestoları, Avrupa'da antisemitizm tartışmalarını da alevlendirdi.
ABD merkezli İftira ve İnkârla Mücadele Birliği (Anti-Defamation League-ADL) tarafından geçtiğimiz aylarda yayınlanan bir rapora göre, İsrail dışında en büyük Yahudi topluluklarına sahip yedi ülkede şiddet içeren antisemitik olaylarda artış yaşandı.
J7 olarak da bilinen bu ülkeler arasında Almanya, Fransa, İngiltere, ABD, Kanada, Avustralya ve Arjantin yer alıyor.
Raporda, bireylerin yanı sıra Yahudi okullarına, sinagoglarına ve işyerlerine yönelik saldırıların önemli ölçüde arttığı, bazı durumlarda 2023 yılında bir önceki yıla göre 2 kattan fazla arttığı belirtiliyor.
Avrupa Baş Hahamı’na göre, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e düzenlediği saldırının ardından Avrupa genelinde antisemitik olaylar rekor seviyelere ulaştı. Euronews’e konuşan Baş Haham, 'Yahudilerin çoğu kamusal alanda Yahudiliğini gizlemeye çalışıyor,' dedi.
Avrupa'nın önde gelen hahamlarından Pinchas Goldschmidt Euronews'e verdiği demeçte, "Yahudilere ve Yahudi kurumlarına yönelik saldırıları duymadığımız bir gün bile geçmiyor," diyerek Gazze'deki savaşı başlatan Hamas liderliğindeki İsrail saldırısının üzerinden geçen iki yılda antisemitizmin "son derece tehlikeli" bir hâl aldığı uyarısında bulundu.
Avrupa Hahamlar Konferansı Başkanı Goldschmidt, "Yahudilerin büyük bir kısmının toplum içinde Yahudiliklerini gizlemeye çalıştığını" söyledi.
Goldschmidt, "Sokağa çıktıklarında başlarına kipa takmıyorlar ya da Davut Yıldızı kolyeleri varsa bunu göstermemeye çalışıyorlar," dedi.
Birçok Avrupa ülkesinde yetkililerin Yahudi mekanları ve sinagoglar etrafındaki güvenlik önlemlerini arttırdığını belirten Goldschmidt, bu önlemlerin birçok durumda saldırıların gerçekleşmesini engellediğini de sözlerine ekledi.
Goldschmidt, Hamas'ın iki yıl önce İsrail'e girmesinden ve Gazze'deki askeri saldırıdan bu yana antisemitizmin de Avrupa'da ve ötesinde siyasi bir araç haline geldiğini söylüyor: "Siyasi düzeyde antisemitizm yeniden siyaseten doğru hale geldi. Siyasi partiler tarafından açıkça kullanılıyor. Aşırı sağcı partiler tarafından göçmenlere karşı bir araç haline geldi. Ve biz Yahudiler bunun tam ortasındayız."
Today